|
| röportajlar | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
muj SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 251 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 20/03/07
| Konu: röportajlar Salı Mart 20, 2007 10:02 am | |
| Fransa'da oyunculuk eğitimi alan Cansel Elçin için varsa yoksa tiyatro: Dizi oynayıp, akşam tiyatro sahnesine çıkmak çok güzel olurdu. Çok acayip bir şey tiyatro, bir savaş! Epeydir oynamadım, ihtiyacım var.
9 yaşındayken terzi olan babasının kararıyla Fransa'ya yerleşen Cansel Elçin, kendi deyimiyle 'tuhaf' bir çocukmuş! Küçük bir Anadolu kasabası olan Tire'den Paris'e gidince bir kültür şoku yaşadığını söyleyen yakışıklı oyuncu, 24 yaşına geldiğinde, tiyatro okumaya karar vermiş. Ancak yaşı büyük olduğu için konservatuvara giremeyen Elçin, oyunculuk sevdasından ise vazgeçmemiş. Audrey Tautou, Daniel Auteuil gibi ünlü oyuncularla birlikte Ecole Florent'te eğitim gören Cansel Elçin, kendini oyunculuğun büyüsüne kaptırmış.
ÇOK HEYECANLANIYORUM
Geçtiğimiz yıl 'Kırık Kanatlar' dizisindeki 'Yüzbaşı Cemal' karakteriyle dikkat çeken Elçin, 'Küçük Kıyamet' adlı sinema filminin ardından, atv'nin dönem dizisi 'Hatırla Sevgili' ile oyunculuk serüveninde emin adımlarla ilerliyor. Yeni tiyatro projeleriyle de adından söz ettirmek isteyen yakışıklı aktör, oyunculuğa bakışı ve rol aldığı projeleri anlattı.
* Sizce bir oyuncu nasıl olmalı? Oyuncu olarak iç dünyanla barışık olman gerekiyor. Kendi üzerinde çalışman, kendini keşfetmen gerekiyor. Oyunculuk heyecan istiyor; heyecan, cesaret ve tutku... Bir gün biterse başka bir şey yaparım ama şu anda gerçekten çok heyecanlanıyorum. Yapacak daha çok şey var.
* Fransa'da birçok dizi, reklam filmi ve tiyatro oyununda rol aldınız. Türkiye'ye dönüşünüz nasıl oldu? Okulda sınavlarım çok iyi geçti. Tiyatro oyunu teklifi geldi. Oyun çok başarılı oldu, tüm Fransa'yı dolaştı. 'Hücre 118' diye, Fransa'nın tarihini hapishanede gördüğümüz bir oyundu. Ferzan Özpetek tiyatro oyunumu izledi, çok beğendi. O dönem 'Harem Suare'yi hazırlıyordu. 'Sana göre rolüm yok ama bana Fransızca ve Türkçe bilen biri lazım, yardımcı olursan sevinirim' dedi. Böylece senaryodan itibaren bir filmin nasıl yapıldığını gördüm. Kendime güvenim geldi, oyunculuğa devam etme kararı aldım.
HİKAYE BENİ ETKİLEDİ
* Ferzan Özpetek'le bir daha çalışmadınız mı? İki sene önce Ferzan Özpetek'in dizi hazırlığı vardı ama olmadı. Denemeler Tomris Giritlioğlu'nun eline geçti. Önceleri istemiyordum ama 'Yüzbaşı Cemal' karakterini görünce çok duygulandım.
* 'Kırık Kanatlar'dan kavgalı ayrıldığınız konuşulmuştu... Senaryodan mutlu değildim. 13'üncü bölümden sonra benim hayal ettiğim insanın, karakterin hakkını veremiyoruz gibi geldi. Heyecan bitmişti! Kendimi kandırmak istemiyordum, akşamları yatağımda rahat uyumak istiyordum.
* Şu anda rol aldığınız 'Hatırla Sevgili'de sizi çeken ne oldu? İlle de bir dizide oynayayım diye bir amacım yoktu. Hikaye beni etkiledi. Ahmet karakteri de ilginç geldi.
* Siz de yıllarca yurtdışında yaşayıp dönen biri olarak onunla özdeşleşiyor musun? Türkiye'yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz özdeşleşiyor ama ben aslında dışarıdan gelen biri değilim. Kendimi çok Türk hissediyorum. 1.5 senedir buradayım, adresim Türkiye oldu artık. Türkiye'de yapılacak daha çok şey var. Her açıdan; sadece sanatta değil, her alanda bir şeyler üretmeye ihtiyaç var. Çok çalışkan, yetenekli insanlar var. Avrupa'dan bakınca değişik görünüyor ama içeride olunca çok daha farklı.
* Yurtdışında Türkiye'ye nasıl bakıyorlar? Yurtdışında, Türkiye'yi tanımıyorlar. Türkiye de Avrupa'yı, özellikle Fransa'yı tanımıyor. Klişe düşünceleri var iki tarafın da. Bence görevimiz; imajımızı her zaman pozitif olarak göstermek.
BİR HAYAT YETMİYOR
* Yine tarihsel bir dizide oynuyorsunuz. Bu bilinçli bir seçim mi? Gerçekten öyle bir şey düşünmedim, sadece senaryoyu okuyunca karar verdim. Oyuncu olmak o yüzden çok güzel. Ben şimdi 33 yaşındayım ve oyuncuyum. Bekarım, çocuklarım yok. Belki 20 yaşında çocuk yapmak isterdim, iki çocuğum olsun isterdim. Pilot, mühendis, her şey olmak isterdim ama bunların hepsini yapmak için bir hayat yetmiyor. Belki 2150'de, belki eski çağlarda yaşamak isterdim. O yüzden dönem dizisinde oynamak çok güzel. 1960'lı yıllarda, saçlar, kıyafetler her şey farklı...
* Senaryoya herhangi bir katkınız oluyor mu? Senaryoda "Ben bunu istiyorum" demiyorum ama Tomris Hanım, senaristleri, oyuncuları, yönetmenleri, tüm ekibi topluyor, senaryoyu birlikte okuyoruz. 20 bölüm ileride ne olacağını düşünerek çalışıyoruz.
* Tarih kitapları okuyup, rolünüze çalışıyor musunuz? O dönemin öncesini okumaya çalışıyorum daha çok. Bildiğin şeyi oynamak çok daha zor. His olarak o döneme girmek istiyorum.
* Tiyatro mu, televizyon mu, yoksa sinema mı gönlünüzde daha büyük yer kaplıyor? Dizi oynayıp, akşam tiyatro sahnesine çıkmak çok güzel olurdu. Epeydir oynamadım, ihtiyacım var, canım tiyatro istiyor. Çok acayip bir şey tiyatro, bir savaş! Sahnede elinde bazen bıçak, bazen makineli tüfek, bazen top oluyor. Tiyatro zor! Sadece sen varsın, tek plan; tekrar, ışık, kadraj yok. Tiyatro bence bir oyuncu için zorunluluk. Tiyatroyla ilgili özel projelerim var. (Cosmopolitan)
Kaynak : SABAH | |
| | | muj SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 251 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 20/03/07
| Konu: Geri: röportajlar Cuma Mart 23, 2007 10:56 am | |
| TİRELİ SANATÇI MUSTAFA KEMAL’İN YÜZBAŞISINI OYNAMAK İÇİN PARİS’TEN GELDİ… CANSEL ELÇİN….
“Hatırla Sevgili” dizisinin Ahmet’i “Kırık Kanatlar”ın Yüzbaşı Cemal’i Cansel Elçin’i en son Yağmur ve Durul Taylan Kardeşlerin çektiği “Küçük Kıyamet” filminde izledik. Cansel Elçin son derece başarılı ve karizmatik bir aktör. Donuk oyunculukların egemen olduğu dizi film piyasasında farklı, canlı, tutkulu oyunculuğuyla hemen göze çarpan Cansel Elçin’in oldukça entrasan bir de hayat hikayesi var. 20 eylül 1973 İzmir Tire doğumlu olan Elçin, dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Fransa’ya göç etti ve uzun yıllar orada yaşadı. Paris’te Ecole Florent Tiyatro Okulu’nda oyunculuk eğitimi gören sanatçı, Fransa’da birçok dizi film ve sinema filmlerinde rol aldı. Kırık Kanatlar dizisi için Türkiye’ye döndü. İki yıldır burada, artık ayrılmaya da niyetli görünmüyor. Cansel Elçin’le bir set sonrası Ortaköy’de buluştuk…
-Oyunculuk eğitiminizi Fransa’da aldınız ve orada da dizilerde oynadınız.İki ülke arasında ne gibi farklar var ve film sektörü düşünüldüğünde? Fransa’da yapımcılar önceden ne çekiceklerini biliyorlar.hazırlıklar bir sene önceden yapılıyor.Zaten paralarını da önceden alıyorlar,on üç bölümü birden iç içe çekiyorlar.Bu bölümler gösterilmeyecek olsa bile çekiyorlar.Türkiye’de öyle değil.Bir dizi iki üç bölüm sonra kaldırılabiliyor.O yüzden yapımcılar biraz daha tedbirli davranıyor.Hazırlıklar altı ay süreceğine bir ayda bitiriliyor mesela.İlk iki üç bölüm daha hazırlıklı çekiliyor,ondan sonrası biraz acaleye geliyor.Bunun hem avantajları,hem dejavantajları var.Dejavantajları,biraz organizazyon sorunu yaşanıyor.Avantajı ise biraz daha heyecanlı çalışılıyor ve daha süprizli oluyor.Ortaya daha güzel şeyler çıkartıyorsunuz.Çünkü performansınız,konsantrasyonunuz yüzde yüz oluyor.Doğaçlama oluyor.Bir de şunu gördüm ben:Türkiye’de çok çalışılıyor.İnsanlar çok çalışkan.Yaptıkları işten o kadar çok gurur duyuyorlar ki saatleri saymıyorlar,görmüyorlar.Çektiğimiz bölümleri bazen hep beraber izliyoruz.Duygusal,heycanlı bir ortam oluyor.Bunu Fransa’da yaşamadım hiç.Çünkü Fransa’da adam sekiz saat çalışıyor,bırakıyor işini gidiyor,kendinden çok şey vermiyor.Ama burada çok farklı.Setteki arkadaşlarla altı aydan beri beraberim ve onlar benim ailem oldu neredeyse.Özel hayatımı onlarla yaşıyorum.
-Fransa’da bu işe sonuçta bir iş olarak bakılıyor.Bizde ise bu daha amatör bir ruhla çalışılıyor gördüğüm kadarıyla… Amatörülük-profosyonellik olayı değil bu. Fransa’da önceden hazırlanıyor herşey. Vakitleri var .Ama bu daha güzel ne sanatsal işler yapıyorlar demek değil. Bizim görüntü yönetmeni öyle hızlı çalışıyor, öyle bir yaratıcılık yakalıyor ki… Gerçekten çok güzel planlar hazırlıyorlar ve bunu çok çabuk çekiyorlar. Çabuk çekilmesi kötü olduğu anlamına gelmiyor.
-Ortamı hayli sevmiş gibisiniz. Evet. Sinemaya yedinci sanat diyorlar ya, ben sekizinci sanat da var, o da Türkiye’de dizi çekmek diyorum. Çünkü geçen hafta çektiğim sahneyi bu hafta izliyebiliyorum ben. Bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Sadece Türkiye’de var. Yani tiyatroda direkt oynarsınız, iyi misiniz kötü müsünüz bilmezsiniz. Sinemada çekerseniz ancak altı ay sonra görürsünüz. Ama burada çektiğin diziyi bir hafta sonra, bazen üç gün sonra görüyorsunuz. Bu hikayeyi ikinci defa anlatıyorum ama çok entrasandır… Kırık Kanatlar’ı çekiyorduk küçük bir köyde.. Bir Çarşamba akşamı setteyiz çalışıyoruz. Bir çay molası verildi, orada bir evin camından televizyona bakmaya başladık, geçen hafta çektiğimiz bölüm oynuyordu. Bir teyze kanepeye oturmuş bizim diziyi izliyordu. O bölümde eşkıyalar kızı kaçırıyordu ve teyze bunu izlerken acayip heycanlandı.Sonra camdan dışarı baktı, beni gördü. Yüzbaşı Cemal orada karşısında! "Yüzbaşı kurtar şu kızı, kurtar şu kızı” diye bağırmaya başladı. Ben de “Kurtaracağız,o bölümü çekiyoruz zaten” dedim. Gerçekten komikti.
-Her iki dizide de dönem anlatıyor.Kurtuluş Savaşı ve Menderes dönemi.. Tarihe ilgi duymaya başladınız mı? Tarihi çok severim. Aslında ben 2.Dünya Savaşı ile ilgiliyimdir. Bu savaşı çok iyi bilirim. Kurtuluş Savaşı’nı da dizide çalışırken öğrendim ve ben öğrendiysem insanlar da öğrenmiştir diye düşünüyorum. Şimdi de Adnan Menderes dönemini öğreniyorum. Senaryo üzerinde çok çalışmalar yaptık. Ben şu anda on bölüm sonra benim karakterimin nasıl biri olacağını biliyorum, şu anda onun üstünde çalışıyorum. Karakterim otuz yaşına gelicek, kırk yaşına gelecek. 70 dönemlerini,80 dönemlerini anlatacağız. Senaristlerle ön çalışma yapıyoruz.
-“Kırık Kanatlar”’da aynı ekibin işiydi değil mi? Aynı proje tasarımcısının,Tomris Giritlioğlu’nun. Orada yapımcısı Svşar Film’di. Burada ATV kanalının dizisi. Bu da büyük avantaj. Çünkü kanal gerçekten arkasında duruyor dizinin. Bayağı para harcanıyor, danışmanlarımız var. Can Dündar, Yılmaz Karakoyunlu, Ferhat Kentel… Bunların işleri çok zor. Çünkü o dönemi belgesel olarak değil, bir dizi olarak ve tarafsız anlatıyorlar. Çok önemli. Bu yüzden son derece ciddi ve profosyonel bir çalışma oluyor.
-Siz Fransa’da oyunculuk eğitimi aldınız.Biraz anlatabilir misiniz? Fransa’da önce Ekonomi ve Sosyal Bilimler Okulu’na başlamıştım, bir sene bile bitmeden bıraktım, ailemle tekstil üzerine çalışmaya başladım. Dört beş sene geçti, sonra tiyatroya karar verdim. Ecole Florent’e yazıldım.
-Amelie filminin yıldızı Audrey Tantou ile aynı menajerle çalışmışsınız ve bu menajer sizinle pek ilgilenmemiş.Türkiye’ye dönüşünüz,Fransa’da çok fazla bir şansınız olmadığı düşüncesinden mi kaynaklandı? Ecole Florent bin kişilik bir okul. Sene sonunda sadece 20-25 kişi seçiliyor ve bir oyun sergiliyor. Fransa’nın en büyük cast direktörleri, menejerleri, yönetmenleri gelip izliyor sizi. Ben o oyuna seçilenler arasındaydım ve Audrey Tauto da vardı orada. Menajerlerimiz aynıydı ve bu menajer Audrey’e çok fazla inanıyordu ve Audrey’de çok fazla çalışıyordu. Menajerin benimle o kadar da ilgilenmeye vakti yok. Ya da bana inancı yoktu, bilmiyorum. Ben de çok zorlamadım. Siz şunu anlamaya çalışıyorsunuz değil mi? Bir Türk oyuncu olarak Fransa’da tutunmak zor mu?
- Ayrımcılık var mı? Hayır kesinlikle yok. Fransa şu bakımdan zor: 25 bin oyuncu var ve bir o kadar yönetmen var. Yılda 160 film çekiliyor. Televizyon kanal sayısı buradaki kadar çok değil, beş altı kanal ve bu kadar çok dizi çekilmiyor. O yüzden rol şansı az. Bir rol oynadığınız zaman bir başkasının rolünü kaptınız anlamına geliyor.
-Biz de çok dizi çekiliyor belki ama burada da çok oyuncu var. Yok. Fransa kadar yok. Fransa’da bu işin eğitimi var ve o bir meslek. Sette her daldan meslek vardır, şoföründen tutun yazarına kadar, elektrikçisine kadar, herkes bir yerde durur ve orada tek bir dil konuşulur. O da sinema dili. Yani herkesin birbirini tanıması ve herkesin nasıl konuşucağını bilmesi gerekiyor. Bu sinema dilini öğrenmek için de okumak gerekiyor. Terziyi alırsınız, getirirsiniz sete, yapamaz anlayamaz. Bir kere dönem kıyafetlerini bilmesi, modayı takip etmesi gerekiyor. Bağlantının ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Bilmez. Ama özel kostümcülük okulundan mezun olanlar bilir. Bu bir meslektir yani.
-Ecole Florent paralı mıydı? Özel okul,tabi… Çünkü Fransa’nın en iyi tiyatro okulu. Orada okurken çalışıyordum bir yandan. Restoranda çalışıyordum, şoförlük yapıyordum. Özel okul ama onun yüzde kırkını falan devlet ödüyordu. Durumunuz iyi değilse yardım ediyorlar yani. Burası aslında konservatura hazırlayan bir okul ama 24 yaşından sonra konservatuara giremiyorsunuz. Ben okula girdiğimde zaten 24 idim. Konservatuar şansım yoktu.
-Gerard Depardieu bu okulda ders verirmiş. Ondan ders aldınız mı hiç? Yok. Ama ben Gerard ile küçük bir sahne oynadım. Bimboland diye bir filmde. O gün çok ünlü bir bayan şarkıcı ölmüştü, morali çok bozuktu. Geldi sete, çok az çalıştık. Ben o filmde yardımcı oyuncuydum.
hatırla sevgili forumundan alıntıdır | |
| | | muj SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 251 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 20/03/07
| Konu: Geri: röportajlar Cuma Mart 23, 2007 10:57 am | |
| DEVAMI -Harem Suare’de kamera arkasında çalışmışsınız. Bu nasıl gerçekleşti? Okul bittiğinde bir oyun sergiledik,Hücre 118 diye. Çok başarılı olduk, çok tutuldu. 256 sefer oynadık. Birgün oynarken menejerim ”Bir yönetmen var, geldi Fransa’ya cast yapıyor, tanışmanı isterim” dedi. Kim dedim. Ferzan Özpetek dedi. Ben daha önce Hamam’ı izlemiş ve çok beğenmiştim. Hemen prodüksiyon firmasına gittim. Ferzan oradaydı. Onu oyuna davet ettim. Geleceğine inanmıyordum ama geldi. Oyundan sonra kulisteydi, çok beğendiğini söyledi.
-Hücre 118 nasıl bir oyundu? Bir hücrede geçiyor, 1936’den 86’ya kadar, Fransa tarihini bir hücereden anlatıyor. Orada beş altı karakter oynuyordum. Herkes öyleydi zaten. Ferzan "Bir film hazırlıyorum,adı Harem Suare, sana göre bir rol yok ama kamera arkası çalırsan gel” dedi. Film başlamadan önce 1 ay hazırlık yaptık. Sonra kamere arkasında çalıştım. Fransızlara tercüme ediyordum ve koçluk yapıyordum oyunculara. Orada film nasıl yapılır A’dan Z’ye öğrendim. Seti öğrendim. Harem Suare Fransız, Türk ve İtalyan prodiksiyonu. Çok güzeldi.
-Bir film çekme hayaliniz var mı? Ben kısa metrajlı bir film çektim zaten. İsmi “Papillon”. Kısa film. Konu,engelliler. Komedi. Yakında gelicek. İzlerseniz…
-Hangisi sizi daha çok çekiyor,kamera arkası mı,oyunculuk mu? Oyunculuğu çok seviyorum. Bazen kendimi kamera arkasında görmeyi de çok istiyorum, canım birşeyler anlatmak istiyor. Ama gerçekten çok zor bir iş yönetmenlik. Onu gerçekten yetkin ve çok isteyen insanlara bırakmak lazım.Ben oyuncuyum. -Fransa’da ne tür dizilerde oynadınız? Orada polisiye diziler tutuluyor ve kahramanlar çoğunlukla kadın oluyor. Çünkü rating hedefleri 50-60 yaşlarındaki kadınlar. Onların üzerine kuruluyor diziler. O yüzden kahramanlar hep kadın. Dört beş ana karakter oluyor, onlar diziyi yirmi, otuz bölüm götürüyorlar. Böyle bir dizide şüpheli bir adamı oynamıştım. Ana karakterdi, çünkü herşey şüpheli adamın etrafında dönüyordu. Çok zevkli bir çalışmaydı.
-Bizim oyuncuları nasıl buluyorsunuz? Küçük Kıyamet ve Kırık Kanatlar’da gördüğüm oyuncular olağanüstü.Hepsi çok iyi oyuncular. ”Hatırla Sevgili” de Engin abi(Şenkan) olağanüstü bir oyuncu. Babamı oynayan Avni Yalçın,Ayda aksel,Lale Mansur… Hepsi çok iyi. Küçük Kıyamet’te İlker Aksum ödül aldı biliyorsunuz. SİYAD En İyi Yardımcı Erkek Ödülü’nde aldı. İnanılmaz oyunculuk sergiledi orda. Egeli aksanı, Fethiyeli aksanı çalıştı, gitti inanılmaz ön çalışmalar yaptı. Ayrıca sinema sektörü inanılmaz ilerliyor. Bugünün teknolojisi açısından ve yönetmenlerle.Oyunculuklar çok iyi yani ben beğeniyorum.
-Biz buradan bakınca Fransa sinemasını beğeniyoruz, demek siz de bizim sinemayı beğeniyorsunuz? Ya niye biliyor musunuz? Fransa’da yılda 160 tane film yapılıyor ve sektörde o kadar çok para var ki. İyi dağıtılıyor ve insanlar Fransa’da sinemaya çok gidiyor. Gerçi Türkiye’de de gitmeye de başladılar. Daha da iyi olucak. Düşünün yalnızca iki sene önce Türkiye’de bir gerilim filmi yapıldı. Okul... Küçük Kıyamet’te deprem sahneleri çok başarılıydı. Türk sineması gerçekten ilerliyor. -Türk sinemasını yakından takip ediyor musunuz? Takip ediyorum. Çok seviyorum Türk sinemasını. Takva inanılmaz bir filmdi. Semih Kaplanoğlu’nu çok beğeniyorum. Meleğin Düşüşü filmini… Semih şimdi yeni bir film çekicek, Nejat İşler ile. Semih’in görüntüleri,kamera hareketleri inanılmaz fotografiktir. Nuri Bilge Ceylan’ı çok seviyorum.Uzak’ı…
-Fransa’da burdakinden çok seyrediliyormuş Nuri Bilge Ceylan… Fransa’da yüz bin kişi izledi galiba. Ama Fransızlar sinefildir zaten. Özellikle Paris’te herkes sinemaya gider. Bir kart çıkartıyorsunuz, ayda 18 euroya istediğiniz kadar gidiyorsunuz sinemaya. Paris’te 650 tane sinema var.120 tiyatro ve 202 müze var.
-Fransa’da kalmanız kariyeriniz bakımından daha iyi olabilir miydi? Ben Paris’te çok şanslı bir oyuncuydum. Her dalda birşeyler yaptım: dublaj, reklam, sinema, dizi, fotomodellik…. Çok şanslıydım. En son filmim ”L’equilibre de la Terreur”(Terörün Dengesi) hem fiksiyon, hem dokümanterdi. Çok güzel bir rolüm vardı orada. Buraya gelişim Tomris Giritlioğlu’nun beni aramasıyla oldu, bir rol önerdi bana. Ne olduğunu sordum."Yüzbaşı Cemal” dedi, ”Mustafa Kemal’in yüzbaşısı”. Büyük Taarruz dönemi. Çekimler nasıl olucak, kaliteli mi dedim. Gelin konuşalım dedi. Mustafa Kemal’in yüzbaşısını oynamak çok heyecan vericiydi. Geldim. Ha şöyle bir şey de olmadı, ben Fransa’daki işlerimi bırakıp Türkiye’ye kariyer yapmaya gidiyorum demedim. Beni çağırdılar, bir rol var dediler, oynar mısın dediler, denemeler yaptık, pat diye vermediler rolü yani. Baktılar rolün üstesinden gelebilcek miyim diye, anlatıldı, konuşuldu, öyle karar verildi.
-Fransa’dan sonra burdaki insan ilişkileri size nasıl geliyor? Zorlanıyor musunuz adapte olmakta? Benim için pek sorun olmuyor. Çünkü ben hep Fransa’da yaşadım ama burada doğdum ve Türküm. Dokuz yaşımda gittim Paris’e. Her sene iki ay Türkiye’ye gelirdim ve biz çok taşındık. Hem Fransa’da, hem Paris’in etrafında dokuz, on sefer. Sürekli okul değiştirdim, öğretmenlerim değişti ve gezmeyi çok seven biriyim. On altı yaşımdan beri geziyorum. Bütün Avrupa’yı gezdim.. Amerika’ya, Afrika’ya gittim. Şehirleri severim, özellikle New York’ta yaşamayı. Benim adaptasyonum çok kolaydır. Dünya vatandaşıyım. Ama yine de kökenlerimi unutmam. Benim için en önemlisi Türkiye. Eskiden buraya gelince İstanbul çok güzel bir şehir derdim, İstanbul’u severdim ama benim yerim değildi tabi, bir haftadan sonra Paris’i, evimi özledim. Ama şimdi altı aydan beri İstanbul’da yaşıyorum. Daha önce Ayvalık’taydım, saymıyorum onu, orası özel bir yerdi. İstanbul’da yaşıyorum ve hergün daha da çok seviyıorum. Özellikle insanlarını .Bundan 15-20 gün önce Paris’e gittim ve ilk defa Paris’te kendimi yabancı hissettim.
-Bu çok ilginç. Onca sene sonra altı ayda yabancılaşmanız. Peki İzmir’le aranız nasıldır?Orada doğdunuz… Tire’de doğdum. İzmir’de ben üç yaşında falanken bir süre yaşamışız ama ben hatırlamıyorum. İzmir’i çok severim. Kozmopolit bir şehir. Çok renkli.
-Ailenizin Fransa’ya göçetme nedeni nedir? Babam terzi olduğundan ve Paris’i çok sevdiğinden.
-O kadar kolay mı Paris’e gitmek? Kolay değil. 80 öncesi önce babam gitti, birkaç yıl yaşadı orda. Sonra biz gittik.Türkiye’den oraya giden vatandaşlar şöyle düşünüyorlar; sadece bir iki seneliğine gidicez oraya, para kazanacağız ve sonra temelli döneceğiz. Ama hiçbir zaman böyle olmuyor. Yirmi sene, otuz sene orada kalıyor ve oraya da adapte olamıyorlar. Kendilerini yaşadıkları düzene veremiyorlar.Arada kalıyorlar.
-Babanızın terzi olduğunu söylediniz Pierre Cardin’in yanında çalışmış bir adamdır. İlk 64-66 arası annemle birlikte gitmişler Fransa’ya. Alain Delon’un kostümlerini falan yapmış. Champs Elysees(Şanzelize)’deydi dükkanı. Küçükken ben de giderdim oraya. Babamın terzilikte özelliği, ceket yakaları yapması. Elle yapıyor, çok iyi yapıyor. Bunu Tire’de öğrendi. Çıraktı birinin yanında, sonra kalfa, sonra da terzi oldu. Usta oldu
-Mesleğini sürdüyor mu hala? Yok, ben okulu bitirdikten sonra, ben babam ve ağabeyim ticaretle uğraştık. Özal döneminde Türkiye Avrupa’ya açılmıştı, biz Türkiye’den tekstil malları alıp orada satıyorduk.Ticaret hayatı da zevkliydi.
-Sizin çok hoş bir ses tonunuz var.Dizilerde neden dublaj yapılıyor size
Bilmiyorum. Ben üç dil biliyorum. Fransızca, Türkçe ve İngilizce. Sürekli dolaştığımdan aksanım çekiliyor biraz. Kırık Kanatlar bir dönem filmi olduğundan, öyle gerekli gördüler. Ben aslında kendi sesimi kullanmak istiyorum. Küçük Kıyamet’te kendi sesimi kullandım. Orada biraz zorlandım çünkü çekimin hemen öncesi 20 gün Amerika’da kalmıştım, sürekli İngilizce konuşmuştum. Dönünce biraz etkilendi.Hemen de çekime girdik, o yüzden biraz aksan çıktı. Ama önemli değil bunlar. Amerika’yı düşünün,orda bir sürü aksanlı oyuncu var.Ben tabi kendi sesimi kullanmak isterim.
Mart - İzmir Life
hatırla sevgili forumundan alıntıdır
| |
| | | muj SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 251 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 20/03/07
| Konu: Geri: röportajlar Cuma Mart 23, 2007 10:58 am | |
| HAPER'S BAZAAR DERGİSİ MART SAYISI deniz yıldızlarını denize atan adam son dönemin yükselen yıldızlarından cansel elçin'le oyunculuğa olan sevgisini,gerçeğe özlemini,paris'te yaşadıklarını,aşkın anlamlarını,ilişkileri ve çok daha fazlasını konuştuk...
Cansel Elçinle buluşmamız,bir süre sonra röportajdan çıkıp,çok zevkli bir sohbete dönüştü.bana bu sohbet esnasında anlattığı antonie saint-exupery'nin denzi yıldızı hikayesi,onun nasıl biri olduğunu, nelere önem verdiğini çok iyi anlatıyor. bilmeyenler için:bir bilge, gece sahilde bir çocuğa rastlar. çocuk, ağzına kadar deniz yıldızı ile kaplı sahilden tek tek topladığı deniz yıldızlarını denize geri atmaktadır. bilge, çocuğa sahilin deniz yıldızlarıyla kaplı olduğunu bu çabasının hiç fark yaratmayacağını söyler. çocuk elindeki deniz yıldızına bakıp, ''onun için fark eder!'' der. bilge yatağına döner ama bir türlü uyuyamaz ve sahile geri dönüp, çocukla beraber deniz yıldızlarını denize atmaya başlar... bu hikaye, Cansel Elçin'in insan olarak ne kadar alçakgönüllü ve derin olduğunun, aynı zamanda da bir oyuncu olarak yapmak istediklerinin bir kanıtıdır kanımca. gerisi aşağıda.
Hatırla Sevgili dizis çok sancılı bir dönemi anlatıyor. Fransa'da büyümüş biri olarak neyin, ne kadar farkındasın? Aslında ailem türk tarihi ile çok ilgilidir. ama tabii ben uzun yıllar Fransa'da yaşadım. orada öğrendim, Adnan Menderes'in kim olduğunu. sonuç olarak bir adam idam edildi ve o bir başbakandı. bir insanı öldürmek dünyanın en kötü şeylerinden biri. neden olduğunu bugün bile sorguluyoruz, değil mi? soykırım falan yapmış olsa tamam da...
neden oldu, çözebildin mi? tabiiki çözemedim. bir de ben oyuncuyum; bunun cevabını ben veremem. biz sadece hikayeyi anlatmaya çalışıyoruz ve ben bunun içinde sadece bir piyonum. adalet denilen şeyi sorguluyoruz.
çok tepki var mı? çok eleştiri gelmiyor.
düşünüyordur insanlar, onun için sessizlik vardır. tepkisiz olmaları mümün değil. doğru. bunu ben de hissediyorum. insanları düşündürmek çok güzel birşey. ne oldu, neden yapıldı diye düşünüyorlar. ben de çok şey öğreniyorum ve bu çok hoşuma gidiyor.
bir de aşk hikayesi var dizide. emile zola aşk için 'mucize', stendhal 'nöbet', eflatun 'muamma' demiş. sence hangisi aşk? bilmiyorum, aşk hastalık bana sorarsan. dizide ahmet'in durumu hastalık bence. ilk başlarda mucizeydi ama nöbet durumuna girmedi şimdilik (gülüyor). şu muamma lafı çok hoşuma gitti. aşk bu saydıklarının hepsi bence ama bir taraftan da ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. zaten bilsek kontrol altına alırız. dünyanın en büyük bilim adamları araştırsınlar işte. çünkü aşk bir his. çalışıyoruz üstüne (gülüyor).
cansel olarak anlat o zaman. bir insan olarak aşkın sana ne ifade ettiğini merak ediyorum. çünkü hepimizin ağzında kalan tat, yaşadıklarımız farklı. aşk değişmedi ama aşkın ifadesi değişti bence. teknoloji var, tembellik ediyoruz, hayatlarımız hızlı. eskiden insanlar sevişmeden önce birbirlerini kokluyorlarmış, daha çok heyecan varmış. ilişkiler daha zor kurulduğu için, insanlar da daha çok hayal kuruyormuş. şimdi bazı insanlara saçma gelebilir ama bence o dönemler güzelmiş. bunu yeniden keşfetmek çok güzel olurdu. bence erkeklerin de kadınların da -şimdi manşet yazacaksın dikkat et (kahkaha atıyor)- bedenlerini ucuza vermemeleri gerek. çünkü insan bedeni çok önemli, çok kutsal. ama zaten yavaş yavaş eskiye dönüyoruz galiba.
öyle mi, iyi düşün. işler çok hızlı ilerliyor. galiba artık biraz dikkat etmemiz gerekiyor. mesela ben otuzlarımdayım ama hala tam olarak ne istediğimi bilemiyorum. nasıl bir hayat kuracağım,nasıl bir kadına aşık olacağım bilemiyorum. ama ne istemediğimi biliyorum. yirmibeş ile otuz yaş arasında insan dolanıyor. ama otuzundan sonra artık ne istemediğini biliyorsun. ''tamam'', diyorsun, ''ben bu senaryoyu daha önce okudum ve sonunu biliyorum. yine aynı şeyi istemiyorum''
bedenlerinizi ucuza vermeyin dedin ya... ama bu genel anlamda. benim için öpüşmek çok önemli birşey mesela. acayip bir şey. sen o dudakla nefes alıyorsun, yemek yiyorsun düşünsene. insanın beyninden tuhaf sinyaller geliyor. objektif olarak bakarsan, mesela elektrik falan çıkıyor insanın her yerinden. mantık dışı bir iş. ama bu yüzden de çok önemli
ilk seferinde beraber olmak yanlış mı sence? aman yok canım. bu işler 'sır' gibi. his dedik ya, tanımı yok, ben bilemem. on senedir beraber yaşayan çiftler var mesela, ilk tanıştıkları gün beraber olmuşlar.
kuralların yok yani. yok tabii. şimdi az önce söylediğim şeyin tersini söyleyeceğim -bu da demektir ki abuk sabuk şeyler söylüyoruz bu hayatta (gülüyor)- bir insanın senden önce neler yaptığı önemli değil, senle beraber olurken yaptıkları önemli. daha önce yaşadıklarının ilişkiyi etkilememesi lazım.
ama kesinlikle etkiliyor. yeni bir ilişkiye başlayacağın zaman eski korkuların, kırıklıkların aklına gelmiyor mu? geliyor tabii ama hepsini ekarte etmek gerekiyor, çünkü artık yeni bir insanla berabersin. bir kere en önemli şey, dinlemek. bir çift arasında, diş macunu kapağı neden kapanmadı diye acayip bir kavga çıkabilir mesela. ama aslında olayın diş macunu ile alakası yok. daha önemli yerlerde sorunlar var. o yüzden, gerçeği söylemek çok zor olsa bile en doğrusu bu.
ama gerçeği söylemek de insanı savunmasız pozisyona düşürüyor. evet, ama bu ne istediğinle alakalı. tabii ben sana istediğin cevapları veremiyorum, ama serge gainsbourg verirdi(gülüyor). mesela bir programa çıkmıştı ve yine kafası iyiydi tabii. programda yazarlardan, felsefeden falan bahsediliyordu. gainsbourg dedi ki, ''ben bir kitap yazdım. erkekler ve kadınlar üzerine tüm bildiklerim hakkında.'' elindeki kitabın içini bir açtı, bembeyaz sayfalar. serge gainsbourg çok çirkin bir adamdır, ama brigitte bardot dahil dünyanın en güzel kadınları ile birlikte olmuş bir adam bu. o bile çözememiş kadınlarla erkekleri.
''o çözemediyse, ben ne yapayım?'' diyorsun, ama herkesin aşk hakkında söyleyebileceği birşeyler var. şu anda senin durumun ne? şimdi ben 17 ekim 2006'dan beri çekimdeyim. çok özür dileyerek söyleyeceğim, ama şu anda bütün hayatım iş ve dolayısıyla cansel biraz daha kenarda duruyor.
çok yorucu ama dizi çekmekten şikayetçi değilsin galiba. dizi türkiye'de çekildiği anlamıyla sekizinci sanat bence. oynadığım dizilerden çok gurur duyuyorum. çok güzel şeyler öğreniyorum. ekibi de çok seviyorum. onlar ailem; sette yemek yiyoruz, sette uyuyoruz.
oyuncu olmaya karar vermen çok spontane gelişen bir şey galiba. bir röportajında, ''hayatımda boşluk vardı, gidip oyunculuk okuluna yazıldım'' demişisin. spontane oldu, evet. neden dersen, benim aslında yazılmış bir hayatım vardı. arabam, evim, kız arkadaşım vardı. herşey oturmuştu ama galiba biraz canım sıkıldı. kendimi kültür anlamında hiç zengin hissetmiyordum, daha fazla kitap okumak istiyordum mesela. çalıştığım iş ortamı da hoş gelmiyordu. ailecek tekstil işi yapıyorduk, sonuçta ticaret. küçümsemek istemiyorum, ama ben para kazanmak için iş yapmak istemiyordum. o yüzden, bir gün yine canım sıkılırken gittim kursa yazıldım.
ilk kez sahneye çıktığında ne oldu? sahneye ilk çıktığım an çok acayip oldu, korktum. çıkmak önemli değil, sonra eve dönünce acayip hissettim kendimi. çok garip ve yabancı geldi. bütün hayatım boyunca böyle birşeyle karşılaşmamıştım. en önemlisi çıkmak değil, o sahneye geri dönmek aslında.
hiç karşılaşmadığın şeyler ne, kendinle mi karşılaştın? evet, kendinle karşılaşıyorsun. insanlar dışarıya hep belli bir imaj verirler. kendileri de inanırlar. ama değilsin işte, çıkıyorsun sahneye ve anlıyorsun kendinin en olduğunu. korkuyorsun tabii. korkmak da önemli değil, asıl iş bunu kabul etmek. çünkü hepimiz korkuyoruz hayattan. dünyanın en güzel şeyi, insanın kendi defosunu kabul etmesi. şu anda fransanın en popüler oyuncusu faslı djamel debouze. on beş yaşındayken sağ kolunu tren kazasında kaybetmiş. diksiyonu yok ve kısa boylu. ama fransa'nın en iyi oyuncularından biri, çok yetenekli. düşün yani, o kadar defosu var ama neredeyse dünyayı değiştiriyor. kendisi ile çok güzel şeyler yapmış.
senin defoların neler peki? korkuyla birlikte neler keşfettin? boş buluyordum kendimi. yeterinde film izlememiş, yeterince kitap okumamıştım. egom vardı. cümlelere sürekli 'ben' ile başlıyordum. ama bununla başa çıkmak güzel. oyuncu olursan, kendinle çok ilgilenmen gerekiyor.
artık kendini çok ciddiye almıyormusun? yok, hiç ciddiye almıyorum. buna karar verdim, çok zor olsa da. oyuncu olduğun zaman en önemli şey dinlemek. eğer devamlı kendini düşünürsen -şunu yapacağım, buna konsantre olursan- yapamazsın. karşındakini dinleyeceksin. hayatta da bu böyle.
| |
| | | muj SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 251 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 20/03/07
| Konu: Geri: röportajlar Cuma Mart 23, 2007 11:02 am | |
| çok zorlandığın oldu mu? bunu bütün oyuncular söyler aslında, ama hakikaten kendini hiçbir zaman beğenmiyorsun. senaryoyu okuyorum, acaba ben bu sahneyi nasıl yapacağım diyorum, gece uyurken düşünüyorum. burada önemli olan nedeni seçmek. o karaktere ne oluyor, neden öyle davranıyor? bunu çıkarırsan, insanı çözersin. insanların hedefleri var. mesela bir adamın hayattaki amacı, çalıştığı yerde müdür olmaktır, sonra kendi işini kurmaktır. bunun için çalışır, kapıyı açarken bile bunu düşünür. sen bunu bir oyuncu olarak anladığın zaman bir insanın bütün hareketlerinin hangi amaca bağlı olduğunu çözüyorsun. hayatta yaptığımız bütün işler bununla ilgili.
senin amacın ne? ben şuna inanıyorum; bence aşık olduğunda birşeyler hesaplamamak gerekiyor. çünkü aşk sadece hisle ilgili. onu kontrol altına almanay çalıştığında, hiçbir şey istediğin gibi olmamaya başlıyor. tabiiki benim hayatımdaki amaç da aşık olmak, çocuklarımın ve bir evimin olması. bence herkes bunu istiyor ve her yaptığımız şey de bunun için. galiba bunları kontrol etmeye gerek yok. aşık olduğunda da hissettiğin gibi yaşamak lazım. bu konularda acele etmemek, fazla problem yaratmamak gerekiyor. dürüst olmak, gerçek olmak gerekiyor. sevmediğin gün aynada kendinle yüzleşmen gerekiyor; ''neden sevmiyorsun artık? neden sevdin?'' böyle yap ki hayat güzel gitsin.
hayatın anlamı olsun yani bak bu konuştuklarımız klişe gelecek insanlara, ama aslında hiç de öyle değil. mesela aldatmak çok basit bir olay. dünyanın en basit işi. ama en zoru, aldatmak istediğini söylemek. bir insan bunu gerçekten söylese, insan ilişkisi daha güzel gidecek.
açık olmak lazım, ama bazen insan sapıyor yada sapıtıyor. bir şeyi bir sebepten yapıyorsun ama altında başka bi şey yatıyor. bazı lafları söylemek gerekiyor. evet, konuşurken ilk başta o insanı kırabilirsin yada canını sıkabilirsin ama sonuçta o adak yada kadın çok değerli oluyor insanın gözünde çünkü doğru yere isabet ediyor oö laflar. düşünelim şimdi; iki insan beraber, her ikisinin de birbirlerine ait düşünceleri var ama konuşmuyorlar. o düşünceler devam ediyor, birikiyor ve kavga edip duruyorlar bu yüzden. ama masaya oturup tartışsan, belki kavga etsen; sonuçta herkes kendi yoluna gitse bile mevcut durumdan daha iyidir bu. çükü o insanı daha iyi tanımış olursun. bu yüzden, hayatta en önemli şey konuşmak ve dinlemek.
birkaç röportajında karşıma çıkan b.r şey var; senin için cesaret önemli birşey galiba. çok ama çok önemli. korkuyla ilgili herşey önemli aslında.
onca yıl sonra paristen buraya gelmek de cesaret örneği. evet, orada bir hayatım vardı.ve birden bir telefon geldi. zaten oyunculuk söz konusu olduğunda, 30 sn içince karar vermen lazım derler. o anda insan alıştığından vazgeçmek istemiyor, ama paris de 3 saat uzaklıkta sonuçta. korkunca şöyle düşünmek gerek; ''ne oluyor yani, nedn korkuyorsun?''. ecole frorent'de okuduğum dönemde provalar sırasında hocam john strasberg bana, '' bir daha sahneye böyle girersen seni okuldan atarım'' demişti. perdenin arkasındaydım o an, ''tamam'' dedim kendi kendime, ''ben bittim!''. o okulda olmak benim için çok önemliydi ve bir and a herşey bitti sanki. birden sahneye çıktım ve amuda kalktım. kendi kendime, ''madem atılacağım bari amuda kalkayım'' ddim. ve adam güldü. o zaman gerçeği yakalıyorsun işte. sanat da o zaman başlıyor.
o ana kadar öyle birşey yapabileceğin senin de aklından geçmiyordu tabii. hayır, asla. bu olay bana çok şey anlattı. meslea oyunculuk hakkında bazı klişe düşüncelerim vardı; bunları kırmam lazım dedim. amuda kalkıp öyle oynadım, bu da bana şunu gösterdi; böyle de yapılır oyunculuk, neden yapılmasın? sonra strasberg, ''kendini nasıl buldun?'' diye sordu. ''bilmiyorum siz bilirsiniz'' dedim. ''nerede iyiydin biliyor musun'' dedi '' başında ve sonunda. geri kalanı işe yaramaz.'' bugün bile ona teşekkür ediyorum. çok şey öğrendim kendim hakkında. ben gerçeğin peşindeyim. şimdi insanlara komik gelecek; adam dizide oynuyor ve gerçeğin peşindeyim diyor. ama bu benimle alakalı bir olay. istersem bana bir sahne gelir, lafları söyleyip giderim. fakat öyle değil işte.
yani oyunculuğu kendin için yapıyorsun. evet, kendim için. gerçeği yakalamak için.
belki oyuncu olmasan çok mutsuz olacaktın. herkes bunların peşinde değil çünkü. sırf bu yüzden oyunculuğu çok seviyorum. bazen soruyorlar, ''yönetmenlik yapmak istemiyormusun?'' diye. hayır, çünkü ben hala öğreniyorum, daha doyamadım.
çok oynamak istediğin bir rol var mı? shakespeare oyunları.
favori filmin yokmu? elli tane var. brazil dünyanın en iyi filmlerinden. selamsız bandosu, züğürt ağa, çiçek abbas, duvara karşı ilk aklıma gelenler.
ecole frorent'de audrey tatoo sınıf arkadaşınmış. evet. çok güzel bir dönemdi benim için., hayatım okulda geçiyordu. actor's studio gibi bir okul orası. oyunculuğu araştırıp duruyordum,bohem bir hayattı.
artık paris'e dönmek olur mu? buradayım artık.
hayatta vazgeçemeyeceğin şeyler var mı? ben bağımlı bir insan tipi değilim.(benim tam tersi ben bağımlıyım abi her zaman birşeylere bişeye bağımlı yaşarım ) her şeyi severim. ama az. bir gün oyunculuk biterse çok üzülürüm, ama başka bir şeylerle tatmin olabilirim.
ilk aklına gelen? yönetmenlik yaparım. oyunculuğun hoşuma giden yanı şu; hep değişiyorsun, başka karakter, başka insan oluyorsun, geziyorsun, görüyorsun.
zenginleştirici... evet, bir hata yetmiyor hiçbirimize. bir dönem altı çocuğum olsun, başka bir insan olayım diyorsun. bir dönem gezip dolaşmak istiyorsun. dustin hoffman tootsie'yi oynadı, kadın oldu
modayla aran nasıl? çok seviyorum. basit bir şey olarak görenler var ama moda aslında bir sanat. (süppersin aynen ben de öyle görüyorum )
senin çok sevdiklerin? eski spor ayakkabılar ve ceketler giymeye bayılırım.
burada olmaktan mutlu musun? hep çok pozitif konuşmuşsun türkiye hakkında. evet, mutluyum. fransa da daha mutsuzdum.
tiyatro başka bir dünya. çok garip şeyler yaşadın mı? bir gün sahneme girdim. gözüm en önde oturan seyirciye takıldı. adam kör, beni görmüyor, dinliyor. tutuldum o anda, bittim. mahvettim oyunu. kafayı sesime taktım.
elinden oyunculuğu da yönetmenliği de aldılar diyelim, ne yaparsın? çok üzülürüm ama başka birşey yaparım. bulurum birşey.
aldığın en büyük hediye? tomris giritlioğlu. türkiyeye gelmeme o sebep oldu. bana güvendi.
tatile gitsen nereyi tercih edersin? afrikaya gideceğim.
o kadar yıldan sonra, nasıl bu kadar kolay adapte oldun buraya? kompleks yapmıyorum ki. kompleks yapacak kadar sorunum yok. iki ülkenin kültürünü de aldım, iki dili de konuşuyorum. iyi bir şey bu. sana şu fransız çocuğu anlattım, kolu yok ama neler başarıyor. daha ne insanlar var dünyada çok da önemli değilim ben.
değiştirmek istediğin bir şey var mı hayatında? ben çok şanslı bir insanım. ailem beni çok sevdi. iki kültürde iki farklı eğitim aldım. dünyayı dolaştım. çok farklı meslekler yaptım;İ krepçilik, şoförlük, tekstilcilik, oyunculuk...
pişmanlıkların var mı? hiç yok. (hayranım benim de nadirdir yani bu kuvvetli bir karar verme örneğidir. çok takdir ettim valla herkeste olmaz bu)
nasıl olmaz? yok, sıfır. ondan belki pozitif görünüyorum. defolarım var işte, onları araştırıyorum, çalışıyorum. hatırla sevgili forumundan alıntıdır | |
| | | tgcnsl Admin
Mesaj Sayısı : 719 Kayıt tarihi : 14/03/07
| Konu: ..... C.tesi Mart 24, 2007 4:07 am | |
| Seyirci Artik Masak Değil Gerçekleri İzleyecek
atv'nin yeni dizisi 'Hatirla Sevgili' sali gecesi yayinlanan ilk bolumuyle buyuk begeni topladi. Dizinin proje tasarimini yapan Tomris Giritlioglu bu ilgiyi soyle acikladi: Seyirci masal izlemekten sikilmisti.
atv'nin yeni dizisi 'Hatirla Sevgili' onceki aksam ilk kez izleyiciyle bulustu. Menderes doneminde yasayan karsit goruslu iki ailenin hikayesini ve onlarin cocuklari arasinda yasanan aski konu alan dizi, milyonlarca izleyiciyi ekran basina topladi. Basrollerini Beren Saat, Cansel Elcin ve Okan Yalabik'in paylastiklari diziyi izleyenler 1960'li yillarin Turkiye'sinde nostaljik bir yolculuk yapti. Sezonun iddiali yapimlari arasinda yer alan 'Hatirla Sevgili'ye iliskin detaylari dizinin proje tasarimlarini yapan Tomris Giritlioglu ile konustuk...
COK EMEK VERDİK
* Hatirla Sevgili nihayet izleyicilerle bulustu. Neler hissediyorsunuz? Dizilerin en guzel anlari ilk seyredildigi anlardir. Bu benim proje tasarimini yaptigim dorduncu donem dizisi. Ama hayalimizdekileri en cok bu dizide gerceklestirebildik. Cunku atv bize cok iyi produksiyon imkani sagladi. Diziyi Nilgun Ones ve ekibi yaziyor. Ayrica Yilmaz Karakoyunlu, Can Dundar ve Ferhat Kentel de proje danismanligini yapiyor. Yonetmenden sanat yonetmenine kadar hepimiz iki ay boyunca geceli gunduzlu calistik. Dizide uc doneme deginecegiz. Bir buyuk aileyi, bir ihtilali ve 70-80'li yillari anlatacagiz. Ben cok heyecanliyim cunku cok emek verdik. Bu dizinin basarisi daha iyi produksiyonlar, daha nitelikli isler yapmamiza da zemin hazirlayacak.
* Buyuk bir butce ve titizlik gerektiren bir ise imza atmak sizi korkuttu mu? Projenin yapimcisi olan atv, dizi standartlarinin ustunde bir yapimcilik ornegi sergiliyor. Ben seyircinin sagduyusuna guvenirim. 'Hatirla Sevgili' mutlaka karsiligini alacaktir.
* Dizide Menderes donemindeki siyasi olaylari ne kadar on plana cikartacaksiniz? Dizinin Adnan Menderes'in hayatini anlatacagi gibi bir dusunce var. Bu dusunce yanlis. Biz iki buyuk aile, bir ihtilal ve iki darbe onunde buyuk bir ask hikayesini anlatiyoruz. Her karakterin, Turkiye'nin o gunku ve daha sonraki durumlariyla ilintisi olacak. Ben seyircilerin masallar izlemekten sikildigini dusunuyorum. Onlarin daha gercekci ve kendilerine dair hikayelerden daha buyuk keyif alacaklari kanisindayim. Dilerim her sey iyi olur. Cunku tum ekip cok yoruldu. Basariyi hak ediyoruz.
Cansel Elçin Kaynak : SABAH | |
| | | god is love SÜPER MOD
Mesaj Sayısı : 1001 Yaş : 32 Localisation : ♥Canselchin-berensaat.editboard♥ Kayıt tarihi : 22/03/07
| Konu: KelebeK C.tesi Mart 24, 2007 10:12 am | |
| Henüz üstüme atlanacak kadar şöhret değilim
Şu sıralar "Hatırla Sevgili" dizisi ve "Küçük Kıyamet" filmiyle gündemde olan oyuncu Cansel Elçin, şöhretten kaçıyor.Elçin, "İnsanların, canlandırdığım karakterleri sevmesi çok hoşuma gidiyor. Ama kızlar öyle sokakta üstüme falan atlamıyorlar. Çok popüler ya da ünlü olmak da istemiyorum zaten" diyor.
Kırık Kanatlar dizisinde Yüzbaşı Cemal’i canlandırmak üzere iki yıl önce Fransa’dan Türkiye’ye gelen Cansel Elçin, artık Fransa’ya dönmeyi düşünmüyor. Şu sıralar Hatırla Sevgili dizisi ve Küçük Kıyamet filmiyle gündemde olan Elçin, henüz üstüne atlanacak kadar ünlü olmadığını düşünüyor.
Küçük Kıyamet filminde Zeki karakterini canlandırıyorsunuz. Çok antipatik bir tip değil mi Zeki?
- Filmin senaryosunu okuduğum zaman çok beğendim. Sonra filmin yönetmenleri olan Taylan Biraderler ile tanışmak istedim. Aynı sinema dilini konuştuğumuzu gördüm. Onlardan çok şey öğreneceğimi hissettiğim için de teklifi kabul ettim. Canlandırdığım Zeki karakterine gelince, evet biraz antipatik ve gıcık bir tip. Ama aslında bu adam mükemmel biri. Hayata sıfırdan başlamış, en çok istediği şey de başarı. Birçok şeyi başarmış da.
Kısacası hayatını kontrol altında tutan birisi...
- Evet ama hayatı kontrol altına alamazsınız ki. Karşıdan karşıya geçerken başınıza bir şey gelebilir. Bu adamın hayatı da böyle. Çok kontrollü.
Siz kontrollü müsünüzdür?
- Hayır değilim. Hayattan zevk almasını, hayatı yaşamayı severim...
Şimdi bu filmin ana konusu deprem... Siz 1999 depreminde Fransa’da mıydınız?
- Evet Fransa’daydım. Ben yıkımı televizyonda görünce çok acı çektim, çok üzüldüm. Dünya üzüldü, Fransa üzüldü... Gelmek istedim ama elim kolum bağlıydı. O dönem annemle babam İstanbul’daydı. Onlara uzun süre ulaşamadım. Yaşadığım o endişeyi, o korkuyu anlatamam size. Ama depremi ben de yaşadım. Geçen yıl Ayvalık’ta bir deprem oldu. Bayağı sallandı ve çok korktum... Hem de çok!
ÖLÜMDEN KORKANLAR DAHA CESARETLİ
Kimse ölmek istemez ve birçok insan da ölümden korkar. Sanki ölüm korkusu sizde çok fazla gibi, yanılıyor muyum?
- Evet herkeste olduğu gibi bende de ölüm korkusu var. Hayattan zevk alan insanlar her zaman ölmekten korkar. Ben de hayattan zevk almaya çalışırım. Aslında çok şanslı birisiyim. Hayatımda hiç öyle büyük travmalar yaşamadım. Yaşam tarzım güzel, sevdiğim işi yapıyorum. Maşallah diyorum bu arada. (Gülüşmeler)
Aman nazar değmesin... Büyük bir kaza mı geçirdiniz?
- Evet, birkaç kez trafik kazası geçirdim. İşte o zaman hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorsunuz. Bence, ’ölümden korkuyorum’ diyen insanlar daha cesaretli oluyor.
Artık Fransa’da yaşamıyorsunuz değil mi?
- Hayır. İki yıldır burada yaşıyorum. Altı aydır da İstanbul’dayım. Ve yaşamaya başladığımdan itibaren İstanbul’u daha çok sevmeye başladım.
Eskiden sevmez miydiniz?
- O anlamda söylemedim. Eskiden fazla bir yerini bilmezdim. Ama şimdi onu keşfettikçe daha da aşık oluyorum...
Yıllardır ailenizle beraber Fransa’da yaşıyorsunuz. Size göre Fransızların eksiklikleri neler?
- Öncelikle şunu söylemek istiyorum, ben asla özümü unutmadım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türksünüz. Bundan da gurur duymamız gerek. Fransızların en büyük eksikliği sıcak kanlı olmamaları ve kötü çalışma sistemleri. Bir şey daha söylemek istiyorum, bütün Fransızlar, Türklerden nefret etmiyor.
Ermeni soykırımı yasası için ne diyeceksiniz peki?
- Bu yasa kabul edilmedi. Fransa utandı bundan. Kendi parlamentosu bu kanunu çıkaramadı, çıkaramayacak da. Avrupa bile Fransa’ya kızdı. Onlar da bu durumdan mutlu değiller ki! Bence bu siyasi bir durum... Politik konular beni çok ilgilendirmiyor. Ben, her iki taraf için de nasıl faydalı olabilirim, ona bakıyorum.
MAGAZİNİ BİLMEK İSTEMİYORUM
İnsanları en güzel sanat birleştirir...
- Çok doğru. Sanat ve spor... Benim derdim de sanat adına iki ülke arasında güzel bir şeyler yapabilmek. Mesela Cannes Film Festivali’nde ödül alıyoruz, gurur duyuyorum. Eurovision’da birinci oluyoruz, mutlu oluyorum. Sporda da çok başarılarımız var. Dünya Kupası’nda üçüncü olduk. Bunlar çok güzel şeyler. Şanzelize’ye çıkıp kutladık...
Neyi kutladınız, Sertab Erener’in Eurovision birinciliğini mi?
- Yok Dünya Kupası’nda üçüncü olduğumuzda kutlama yaptık.
Eurovision’da yapmadınız mı?
- Mutlu olduk ama sokağa çıkmadık, uyuduk... Ama oy gönderdik, bunu biliyorum.
Popüler kimlikleri, magazini takip eder misiniz?
- Yok hiç takip etmem, hiç bilmem.
Magazini bilmem derken neyi bilmiyorsunuz?
- Tanımam yani kimseyi.
Askerliğinizi yaptınız mı?
- Benim çift pasaportum var. Fransa’da yapmak istemiyorum. Ama ülkemde askerliğimi yapacağım. İki yıl önce bir yıl askerlik yaptım. Kırık Kanatlar dizisinde, hem de Yüzbaşı olarak... Şaka bir yana, bu diziyi askerlik için bir prova olarak düşünüyorum. Bu yaz vatani görevimi yapmak istiyorum.
Sinemayı Türkiye’de öğrendim
Fransa’da yaşarken Türk Sineması’nı yakından takip eder miydiniz?
- Ben sinemayı memleketim olan Tire’de öğrendim, Fransa’da değil. Küçücük çocukken ağabeyim beni yazlık sinemaya götürürdü. Frigo yiyerek izlerdim. Şener Şen, Kemal Sunal, Clint Eastwood’u ilk orada tanıdım. Fatih Akın’ı, Nuri Bilge Ceylan’ı, Ahmet Ertegün’ü de Fransa’da...
Aşkı gününde yaşayacaksınız
Kızlar çok beğeniyor sizi...
- İnsanların, canlandırdığım karakterleri sevmesi çok hoşuma gidiyor. Sokakta dolaşırken bazen Cemal diyorlardı şimdi de Hatırla Sevgili’den dolayı Ahmet diyorlar. Bunlar güzel şeyler. Ama kızlar öyle sokta üstüme falan atlamıyorlar. Rahat rahat dolaşıyorum. Çok popüler ya da ünlü olmak da istemiyorum zaten.
Ya özel hayatınız? Sevgiliniz var mı?
- Bu konuda konuşmak istemiyorum. Ama aşk konusunda konuşmak istiyorum. Bilgisayar çağında insanlar artık iyice birbirinden uzaklaştı. Dolayısıyla aşk da şekil değiştirdi. Artık hazır pizza gibi oldu aşk. Bu akşam aşık olayım diye yola çıkılıyor, bir internet sitesine giriliyor, hop sevgili bulunuyor. Ama kadınların ilk sorusu, ’ne seviyorsunuz, ne kadar para kazanıyorsunuz’ oluyor... İlk önce, ne kadar para kazandığınızı soruyorlar. Çok acayip yani. Birisine aşık oluyorsun, bir kadınla berabersin, bir sürü hayal kuruyorsun ama her şey bir anda bitebiliyor. Dolayısıyla ileriye dönük hayal kurmamak gerek. Aşkı, günü gününe yaşayacaksın. Kontrol altında tuttun mu, olmuyor...
ve resimler
| |
| | | turunç süper cansel
Mesaj Sayısı : 628 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/03/07
| Konu: Geri: röportajlar Salı Nis. 10, 2007 10:02 am | |
| Eylem ERAYDIN / İSTANBUL KIBRIS GAZETESİNDEKİ RÖPORTAJI Onu önce "Kırık Kanatlar" Dizisi'nin Yüzbaşı Cemal'i olarak tanıdık ve sevdik. Arkasından "Küçük Kıyamet" sinema filminde izledik. Şimdi de "Hatırla Sevgili" dizisindeki avukat Ahmet rolüyle her cuma akşamı evimize konuk oluyor. Adı Cansel Elçin, 33 yaşında, uzun süre Fransa'da yaşadıktan sonra ülkesine dönen ve Türk sinemasında geleceğin jönlerinden biri olarak gösterilen genç bir oyuncu. Cansel Elçin ile Türkiye tarihinin önemli dönüm noktalarının anlatıldığı "Hatırla Sevgili" dizisinin çekimlerinde görüştük. Kendisiyle Avrupa'da Türk olmak, Fransa'daki oyunculuk günleri, tekrar yurda dönüşü ve gelecekten beklentileri üzerine hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Ve anladık ki o 24 yıl Fransa'da yaşamasına rağmen anavatanından hiç kopmamış ve ülkesini çok seven bir oyuncu. Eylem Eraydın: Fransa'da ki yaşamınızdan biraz bahseder misiniz? Aileniz neden bu ülkeye gitti? Cansel Elçin: 9 yaşında ailemle birlikte Tire'den Paris'e gittik. Babam terziydi ve orda yapmak istiyordu işini. Genelde Avrupalı Türklerin düşündüğü gibi para kazanıp geri dönecektik. Ailem de tüm Avrupalı Türkler gibi farklı düşünceler ve hayallerle Anadolu'dan Avrupa'ya göç etti. Aradan yıllar geçti, ülkemize geri dönmek istediler denediler ama başarısız oldular bir çok aile gibi. Çünkü bizim gibi Avrupa'da yaşayan Türkler, zamanla oradaki ekonomik güce ve çalışma hayatına alışıyor ancak kendi ülkesini de asla unutmuyor. Bu durum, onları Türkiye'de yaşayanlardan daha Türk ve ülkelerine daha bağlı hale getiriyor. Eylem Eraydın: Fransa'da ki hayatınız nasıldı ve bu oyunculuk serüveni nasıl başladı? Cansel Elçin: Ailem tekstil işi ile uğraşıyordu. Türkiye'den çeşitli ürünleri Fransa'ya getirip satıyorduk. Ailemin ticaret hayatından dolayı üniversitede ekonomi ve sosyal bilimler okudum ve bir süre ailemle birlikte çalıştım. Ama mutlu değildim kendimde bir boşluk hissediyordum, iş dünyası beni tatmin etmemişti ve 24 yaşındayken iş sonrası akşamları tiyatro kurslarına gitmeye başladım. Tiyatroyu bir hobi olarak görüyordum ve mutlu oluyordum. Sonra bir arkadaşımla birbirimize söz verdik, her gün mutlaka bir tiyatro oyunu okuyup tiyatro hakkında bir şeyler öğreneceğiz diye. Cansel Elçin yaşı tutmadığı için konservatura gidememiş ve Fransa'nın önemli tiyatro okullarından Ecole Florent'e devam etmişti. O dönemde okulda kendisinden başka Türk oyuncu adayı da yokmuş. Daha sonra da ünlü Amerikan actor's stüdyolarını kuran Lee Srasberg'in oğlu John Strasberg ve Jack Garfein'den oyunculuk dersleri almış. O dönemi genç oyuncu şöyle anlatıyor. "Önceleri televizyon kanallarında Türklerin yer aldığı dizilerde dublaj yapmam için beni çağırıyorlardı. Ve zamanla çeşitli tiyatro oyunları, diziler ve reklam filmlerinde oynamaya başladım. Bu arada yazıp yönetmenliğini yaptığım 'Papillon' adlı kısa bir film yaptım. Böylece o dünyanın içine girdim. Ailemde sanatla uğraşan biri yoktu yani bize uzak bir şeydi. Ancak ailem beni özgür bıraktı ve hep destekledi." E.E.: Avrupa'da yaşayan Türkler genelde ticaretle uğraşıyor ve o ailelerin çocuklarıda aile mesleğine devam ediyor, siz bunu yapmadınız. Ve çok zor bir şey seçerek bir Türk olarak Avrupa'da sanatla uğraştığınız. Yaşadığınız zorluklar oldu mu bu konuda? C.E.: Açıkçası çok zorlanmadım. Hiç ırkçılık yaşamadım. Çünkü Fransa'da ki Türklerin durumu Almanya ve İngiltere'de ki Türklere göre daha farklı. Fransa daha Türkleri tanımıyor. Evet bir Fransız değildim ama hep Fransız karakterleri oynadım. Farklı ismimden dolayı nereden geldin diye soruyorlardı sadece. Genç oyuncu Fransa'da oyunculuk hayatına devam ederken Ferzan Özpetek ile tanışıp yönetmenin Harem Suare filminin kamera arkasında çalışma imkanını buluyor. Cansel, bu konuda sözlerine şöyle devam ediyor. "Bu deneyim benim için çok önemliydi. Böylece bir filmde oyuncu seçiminin nasıl yapıldığını, senaryonun nasıl hazırlandığını, kamera arkasında neler yaşandığını yani tam anlamıyla bir filmin nasıl ortaya çıktığını öğrenme şansını yakaladım." Cansel Elçin, film çekimleri için geldiği Türkiye'den sonra tekrar Fransa'ya dönerek oradaki oyunculuk hayatına devam ediyor ta ki Ferzan Özpetek yeni filmi için onu tekrar Türkiye'ye davet edene kadar. Bu yeni film projesi iptal olunca, bir deneme çekiminde Kırık Kanatlar ve Hatırla Sevgili dizisinin yapımcısı Tomris Giritlioğlu ile tanışma imkanını buluyor. Sonrasını kendisinden dinliyoruz. " Film projesi ile birlikte bir kaç olumsuz gelişme olunca, biraz tedirgin oldum tekrar Türkiye'ye gelmekte. Ama bana Kırık Kanatlar dizisinin senaryosu gönderildi ve o senaryoda ki Yüzbaşı Cemal karakterini okuyunca çok etkilendim. Atatürk'ün yüzbaşısını oynamak düşüncesi beni çok etkilemiş ve heyecanlandırmıştı. Ama bunun yanında biraz da korku vardı, nasıl canlandıracaktım bu karakteri. Askeri oynamak zaten zordu, birde oradaki büyük aşkı yaşayan Cemal'i nasıl oynayacaktım. Dizide benim için en önemli sahne şuydu, cehpede bir askerim toprağı kazıyor, elleri harap bitap olmuş ve artık devam edemeyeceğini söylüyor. Ve ben elleri acısa da ona devam etmesi gerektiğini söylüyorum. Orda sadece basit bir diyolog yok, bakışlar ve aramızda yaşanan o duygu çok farklı şeyleri anlatıyor. Oradaki duygusallığı çıkartmak önemliydi benim için." Elçin, Kırık Kanatlar dizisinin senaryosunun değişmesiyle artık oynadığı karakterden heyecanlanmadığını belirterek diziden ayrılıyor. Ve şu an da Atv'nin popüler dizilerinden olan ve Türkiye'nin yakın siyasi tarihine ışık tutan Hatırla Sevgili'de ki Avukat Ahmet rolüyle tekrar karşımıza çıkıyor. Bu arada deprem korkusuyla birlikte bir ailenin psikoljik sorunlarının ele alındığı Küçük Kıyamet filminde Başak Köklükaya ile başrolü paylaşıyor. E.E.:Yer aldığınız 2 televizyon dizisi de Türkiye'nin çok önemli dönemlerini anlatan yapımlar. Bu durum bir tesadüf mü? C.E.:Tesadüf değil, benim canlandıracağım karakterlerin öncelikle beni heyecanlandırması gerekir. Önce Atatürk'ün yüzbaşısını oynamak, arkasından Türkiye'nin karanlık ve ihtilal dönemlerinin anlatıldığı Hatırla Sevgili'de bir savcının avukat oğlunu canlandırmak benim için çok önemli ve heyecan verici. E.E.:Artık Türkiye'de yaşıyorsunuz.Ülkenize geri döndünüz.Uzun süre yurtdışında yaşadıktan sonra ülkenize gelmek nasıl bir duygu, ikilemler ve sorunlar yaşadınız mı.? C.E.:Beni burda çabuk benimsediler. Fransa'da kaldığım dönemlerde her yıl 2 kez Türkiye'ye gelmeme rağmen ülkemi uzaktan tanıyordum. Ama anladım ki kendimi burda daha rahat ve mutlu hissediyorum. Burda insan ilişkileri, arkadaşlıklar çok daha samimi ve güzel. Önce çalışmak için geldim, sonra burda evim oldu. Yerleştikçe burayı daha çok sevdim. İnsanın evi çalıştığı yerdir. Ama her an inandığım bir teklif gelebilir ve dünyanın bir ucuna gidebilirim. Bence bir oyuncu dünyanın her yerinde çalışmalı ve 5 saniye içinde herşeyini bırakıp, başka bir ülkeye giderek işini yapabilmeli. E.E.:Fransa'da oyunculuk yapmış biri olarak Türkiye'deki sinema, tiyatro ve televizyon dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz? C.E.:Fransa'da gelişmiş, katı ve güçlü bir sinema piyasası var. Oysa Türkiye de yapılacak çok şey var daha. Sinema adına çok güzel ve önemli işler yapılıyor son zamanlarda. Türkiye oyuncular ve hikayeler açısından çok daha zengin.Ve burda insanlar sadece para için çalışmıyorlar, yaptıkları işlerden gurur duyuyorlar bu çok önemli. E.E.:Sinema, tiyatro ve televizyon, sizin için öncelik hangisinde? C.E.: Tiyatro diğerlerinden daha farklı ama yapmak çok zor. Daha fazla emek isteyen bir şey. İnsanları tiyatroya getirmek zor. Oysa televizyon ve sinemada izleyiciye daha kolay ulaşıyorsunuz. Tiyatro her zaman daha önemli, çünkü bir oyuncunun kendini yenileyebildiği tek yer sahnedir. Bu çok ayrı bir şey. E.E.:Gelecekteki planlarınız nelerdir? C.E. ünyanın her yerinde işimi başarıyla yapmak isterim. Özellikle İngiltere'de bir tiyatro oyununda yer almak istiyorum. Çünkü İngiltere tiyatro konusunda çok zengin ve ayrı bir yere sahip. İngiliz tiyatrosunu ve oyuncularını çok beğeniyorum. Türkiye'de ise bir komedi tiyatrosunda yer almak beni çok mutlu eder. | |
| | | | röportajlar | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |